Türkiye Mısırlı Kardeşlerini
Asla Yalnız Bırakmamalıdır
Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı
www.zekeriyakitapci.com
Gerçekte Mısırlı kardeşlerimiz millet hayatında, İslami devirlerinde iki şeyle karşılaşmışlar, bunların ikisini de hoş ve iyi karşılamışlardır. Bunlardan BİRİNCİSİ; Hz. Peygamberin İskenderiye Valisi Mukavkısa yazdığı İslama Çağrı Mektubu” ile, İslam Hidayeti ile tanıştıkları ve Nil nehrinin mübarek toprakları İslamın öz yurdu olduğu gibi İKİNCİSİ ise; daha sonra Abbasiler devri ve el-Mutasım döneminde TÜRKLERle tanışmışlar ve onları aziz bir misafir olarak kabul etmişlerdir. Bu dostane münasebetler daha sonraki asırlarda da bütün samimiyeti ile devam etmiş ve Nil Nehrinin bereketli toprakları, hem İslamın ve hem de Orta Asyadan kopup gelen bu yarı göçebe Türk dalgaları ve Türk kavimleri için yeni bir vatan olmuştur. Artık bu merhalede Türkler; MUHACIR ve Mısırlılarda onların ENSARı olmuşlardı.
Bu münasebetler Abbasilerden sonrada aynı şekilde devam etmiş, iki toplum birbiri ile kaynaşmış, kucaklaşmış ve onların yürekli şüphesiz aynı İslami gayelerle çarpan bir toplum olmuştur. Bu ise, İslam Dini ve onun ululuğuna giden yolda kader birliği etmek iyi ve kötü günlerimizi beraber yaşamaktı. Böylece bir TÜRK-MISIR kardeşliği de doğmuş oluyordu. Şimdi onlar artık iki millet ve tek bir ümmet olmuştu. Uzun arsıları kapsayan Osmanlılar devrinde bu dostluk ve kardeşlik daha da gelişmiş, bütün İslam ve insanlık dünyasına örnek olmuş ve bir altın devir yaşamıştır. İslam dünyasının bu mutlu devirlerinde, iki parlak başkenti vardı. Birisi el-Kahire ve diğeri ise İstanbul idi. Kahire; ilmin Kabesi, İslam alimlerinin er meydanı ve buluşma yeri idi.
İstanbul ise, İslam Hilafetinin bir mübarek merkezi idi. Zaten burası Hz. Peygamber tarafından bir ufuk şehri ve İslam hidayetinin orta Avrupa ya olan yolculuğunda bir askeri hedef olarak gösterilmiş ve “İstanbul mutlaka fethedilecektir onu fetheden komutan ne iyi komutan ve onun askerleri ise ne güzel askerlerdir.” Buyrulmuştu. Şimdi orası İslam Halifeleri, cihangir ruhlu Türk Hakanlarının yurdu idi. Artık koca bir Hıristiyan dünyası ve Haçlı Zihniyetine karşı, İslam dinini onlar koruyacaklar ve İslam dininin Orta Avrupaya giden hidayet yolunu da onlar açacaklardı. Viyanaya kadar olan bu yolculukta Mısırlı kardeşlerimiz onların yanında olacaklar ve Çanakkale de Haçlı zihniyetinin azgın temsilcileri, emperyalist güçlerle onlar Türklerle beraber çarpışacaklar bir yüce gaye uğruna beraber şehid olacaklar ve böylece el, ele gönül gönüle Hz. Peygamberin huzuruna gideceklerdi.
İşte Kahirede Tahrir Meydanını dolduran ve senelerdir bir avuç dikta yönetiminin zorba idaresinde inleyen ve bir ızdırap, yokluk ve sefalet yığını haline gelen ve tek bir yürek halinde haykıran o kalabalıklar ve çilekeş Mısırlı kardeşlerimizi görünce işte, bu şan ve şeref dolu müşterek tarihi geçmişimizi hatırladım ve hüngür, hüngür ağlamaya başladım. Bu bana sanki yedi kat göklerin ötesinde gelen bir mutluluk müjdesi idi. Bununla ilgili bir şey daha hatırladım. O da çok değerli eski Mısır başkanı ve Mısır Milli Kahramanı Cemal Abdünnasırın kalbimi ve her zaman dağlayıp duran sözleri idi. Bu değerli devlet adamı “Felsefetüs-Sevra” adındaki değerli kitabının önsözünde, sanki senelerce önce benim bu kalbi duygularıma tercüman olmuş ve şöyle demişti;
Kardeş Türkiye ile bizim aramız da ne olursa olsun, O; bizden, bizde; onlardanız.
Evet, Emperyalist güçler ne düşünürlerse düşünsünler, ne yaparlarsa yapsınlar, Türkiye ile Mısır iki devlet ve bir ümmettir. Olaylar bu iki kardeşi inşallah bir kere daha kucaklaştıracak ve İslam Dünyasıında yeni bir mutluluk devri başlayacaktır. Bu Arap Baharı değil İslam Dünyası ve Müslüman Türk Milleti ve onun tarihi Orta Doğu Misyonu için bir “Fecr-i Sadık”olacaktır.
Yaşasın Türk Mısır dostluğu ve kardeşliği!
Bu makale, yayınlandığı günden itibaren 1809 defa okunmuştur.