Prof.Dr.Mikail BAYRAM - MEYDANI BOŞ BULANLAR

Prof.Dr.Mikail BAYRAM - MEYDANI BOŞ BULANLAR

I.

USTA BİR İNTİHALCİ VE ESERİ

 (İSLÂMİYET VE TÜRKLER)(*)

 Prof. Dr. Mikâil BAYRAM

 

Bir ülkede veya toplumda fikri ve ilmi seviyenin; eğitim ve öğretim durumunun en iyi göstergesi, o ülke veya toplumdaki tenkit kurumunun işleyiş tarzı ve etkisidir. Bu perspektiften Türkiyedeki fikri ve ilmi duruma bakıldığı zaman durumun, hiç de iç açıcı, ümit verici, hoş bir görünüm verdiği söylenemez. Bundan 20-30 sene önceki dönemlerde özellikle sosyal bilimler alanında Türkiyede daha sağlıklı bir ortam vardı. Vaktiyle Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan hocamız, İranlı Rıza-Zade Şafakın “Tarih-i Edebiyat-ı İran” adlı eserini “İran Edebiyatı Tarihi” adıyla Türkçeye tercüme ederek kendi telif eseriymiş gibi yayınladı. Ancak ilmi mahfellerde bu durumun farkına varılınca merhum Ali Nihat Tarlan hocanın ne kadar zor durumda kaldığını ben yaşta ve daha yaşlı üniversite mensubu hocalar pek iyi bilirler. İstanbul Üniversitesi yetkilileri de bu olay üzerinde hassasiyetle durmuştu. Ali Nihat Tarlan hocamız bu davranışlarından dolayı layık olduğu halde Ordinaryüs Profesörlükten mahrum edilmişti.

Ne yazık ki son zamanlarda intihalciliğin üniversitelerde giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Tenkit kurumu çalışmadığı için de bu ucuz ilim simsarlarının sayısı gittikçe artmakta ve bu kişiler sanki itibarlı bir yapmışçasına üniversite meydanlarında at koşturmaktadırlar. Bir yanda, pek çok sıkıntılara katlanarak, yıllarca ilmi meşakkatlere duçar olarak, üstelik bin bir zorluklarla bilimsel çalışmaları yürütenler ve bunun sonunda alnının teri ve emeği ile ilmi kariyer basamaklarını çıkmaya çalışanlar, diğer tarafta ise sözde ilim adamı bazı açıkgözlerin hiç bir emek mahsulü olmadan ya intihal veya başka yollarda bu basamakları kısa zamanda çıktıkları ve akademik payeler elde ettikleri görülmektedir. Hiç şüphesiz bu kötü gidişe karşı alınacak en iyi tedbir yine tenkit kurumunun işletilmesi ve bu yolla böyle hünerbazların kısa zamanda afişe veya deşifre edilmelerinin sağlanmasıdır. Tabi üniversiteleri, bünyesinde toplayan Yüksek Öğretim Kurumunun da bu tür olaylar karşısında çok daha duyarlı ve hassas olması ve gerekirse müeyyide uygulaması gerekmektedir. Ayrıca bünyesinde bilim adamları istihdam eden diğer kurum ve kuruluşların da bu tür davranışları belirlenen kişiler, müstakil unvanı olan bir ilim adamı olsa bile, onlara pirim vermemeleri özgün eserler ortaya çıkmasını engelleyebilecek en önemli âmil olabileceği için önünün alınması zaruridir.

Son zamanlarda gördüğümüz bazı dolgun, muhtevalı ilmî tenkit yazıları, bu hususta bizlere yeni yeni ümitler vermektedir. Nitekim Sn. Hasan Yüksel tarafından Sn. Doç. Dr. Ahmet Akgündüzün; İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi (1988, Türk Tarih Kurumu Yayını) adlı eserinin büyük bir kısmının Dr. Muhammed Ubeyd el-Kubeysinin 1977 yılında yayınladığı “Ahkâmül-Vakf fi-Şeriatil-İslâmiyye” adlı eserden intihal olduğuna dair genişçe bir makale yayınlamıştır. (Tarih ve Toplum,  Mayıs 1991, sayı 89) Üniversite mensubu olmadığı anlaşılan Sn. Hasan Yükselin bu yazıları ve gösterdiği hassasiyet ve bilimsel dikkat her türlü takdir ve tebrikin üstündedir. Doç. Dr. Ahmet Akgündüz, adı geçen derginin 91. sayısında Hasan Yüksele cevap vermekte ve kendisini savunmakta ve Hasan Yükselde 93 sayısında karşılık vermekte ve yeni bazı iddialar sergilemektedir. Fakat burada asıl takdir edilecek husus, böyle bir dergide ilmi bir tartışma ortamının yaratılmış olması ve tarafların açık açık fikirlerini beyan etmiş olmalarıdır.

Bu güzel tenkit yazılarını okuduktan sonra biraz geç kalmış da olsa, ben de buna benzer bir “intihal” olayını dile getirmek ve Türk okuyucularının takdirine sunmakta kendimi çok daha cesaretli buldum. O da, Sn. Meslektaşım Prof. Dr. Zekeriya Kitapçının et-Türk fi Müellefatil-Câhız adında ve Karaci (Pakistan) Üniversitesine “Doktora Tezi” olarak takdim ettiği eseri ile bir başka meslektaşım Prof. Dr. H. Dursun Yıldızın “İslâmiyet ve Türkler” adındaki eseridir. Sn. Kitapçının bu çalışmasında; ilk devirlerden başlayacak hicri III. asrın sonuna kadar Abbasiler devrindeki askeri, idari ve edebi sahalarda Türkler üzerinde durulmuş, özellikle hilâfet ülkelerindeki Türkler hakkında hem de ilk defa olmak üzere çok geniş bilgiler verilmiştir. Eser ayrıca, kıymetli Arap edibi ve kültür adamı el-Câhızın (776-871) Türkler hakkındaki görüşleri ile daha da zenginleştirilmiş, devrin siyasi olaylarının, Orta-Çağ Türk Tarih ve Kültürü bakımından derli toplu ve tarihi bir muhakemesi yapılmıştır. Kitapçının kendi sahasında son derece önemli olan bu eseri, 1972 yılında geniş bir İngilizce önsöz ile Beyrutta yayınladığı zaman Türk basınında geniş yankılar uyandırmış ve bir çok günlük gazete bu kitaptan bahsetmiştir. Ayrıca başta Prof. Dr. Ulrich W. Harmann olmak üzere bir çok yabancı ve kendi yazarlarımız da, araştırmalarında bu eseri referans olarak kullanmışlardır.

Diğer taraftan Sn. H. D. Yıldızın eserine gelince; bildiğimiz kadarı ile “İslâmiyet ve Türkler” adıyla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları arasında 1976 yılında yayınlanan bu kitabı, Sn. Müellif ilk defa “Arap Devletinde Türkler” adıyla “Doçentlik Tezi” olarak hazırlamış ve bu çalışmaları ile kendisine 1974 yılında “Doçentlik” payesi verilmiştir. İşte bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz biri Arapça ve diğeri Türkçe olan bu iki kitaptır. Daha açık bir ifade ile Sn. Kitapçının daha önce Karaçi üniversitesine bir “Doktora Tezi” olarak takdim ettiği söz konusu kitabı ile Sn. H.D. Yıldızın bir “Doçentlik Tezi” olarak takdim ettiği malum kitabı arasındaki akıl almaz benzerliklerdir. Her iki eserin de; genelde konusu aynı olmanın yanı sıra plan, konuların işlenişi, ana bölümler, ara ve ana konular, konu başlıkları genel izah ve değerlendirmeler bakımından gerçekten de, şaşılacak benzerlikler vardır. Şimdi burada karşımıza bir çelişki, eskilerin tabiri ile bir “tenâkuz” çıkmaktadır. O da Profesörlük seviyesine ulaşmış bu iki seçkin ilim adamının eserlerinde, böyle nerede ise gözle görülür elle tutulur derecede bir benzerlik içine girmelerinin temel kaynağı ve asıl sebebidir. Kim, kimden ve niçin böyle bir intihal yoluna gitmiştir. Çünkü, hele hele ilmi gelişmeler bakımından dünyamızın böylesine küçüldüğü bir devirde bu meslektaşların, yaptıkları çalışmalarda, birbirlerinden böylesine habersiz olmaları akla ve bu ilmin mantığına da aykırıdır. Ayrıca bu durum bir ilim adamı olarak literatürü takip etmeme kusuru yanı sıra, bilimde emek ve zaman israfı gibi çok önemli bir ayıbı ve kamburu da üzerinde taşımaktadır.

Eğer bu bir kusursa, yanlışlıksa veya bir intihal olayı söz konusu ise, bu suç kime râcidir? Sn. Kitapçının eseri, Sn. H.D. Yıldızın kinden tam dört sene önce yayınlandığı göz önüne getirilirse, bu kusur ve intihal olayının asıl kahramanının kim olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Üstelik bu iki ilim adamının aynı ülkede olmaları ve hele hele aynı sahalarda yani Orta-Çağ Türk İslâm sahasında araştırmalar yapmaları bu kusur ve zafiyetin boyutlarını artırmaktadır. Şimdi biz, bu genel açıklamalarımızdan sonra, daha fazla bir yorum yapmadan, bu iki tez arasındaki genel konular ve izahlardaki şaşılacak derecedeki benzerlikler üzerinde duralım ve bunların bölümlerine göre bir listesini verelim:

Her kitabın I. Bölümündeki belli başlı benzerlikler:

Konular                                                Z. Kitapçı                   H.D. Yıldız

Türk Arap Münasebetleri                      54       vd                         7        vd

Emeviler Devri (İlk Akınlar)                  57       vd                         10     vd

Kuteybe b. M. ve Maveraün-Nehr

Fetihleri                                                  61       vd                         13     vd

Baykent, Buhara ve

Semerkantın Fethi                                 62-72                             15-19

Kuteybeden Sonraki Gelişmeler           72       vd                         ?0      vd

Ömer b. Abdül-Aziz                            76       vd                         22     vd

 

Her kitabın II. Bölümündeki belli başlı benzerlikler:

Konular                                                Z. Kitapçı                   H.D. Yıldız

Emeviler Devrinde Türkler                        95-106                            45     48

Abbasiler Devrinde Türkler                      108     vd                         54     vd

Halife el-Memun Devrinde Türkler              113     vd                         61     vd

el-Mutasım ve Türkler                                122     vd                         70     vd

Samarra Şehrinin Kurulması                        137     vd                         79     vd

 

H.D. Yıldızın kitabının III. Bölümündeki belli başlı konu

benzerlikleri

Konular                                                Z. Kitapçı                   H.D. Yıldız

Afşinin muhakeme safhaları           276-278                           92     104

Vasıf Devrinde Türkler                       147-50                          104  55

Mütevekkil Devrinde Türkler            141-156                           105   110

Muntasır Devrinde Türkler                157-158                           111   113

Mustain Devrinde Türkler                  159-164                           113   116

Mutez Devrinde Türkler                     164-167                           119   124

Muhtedi Devrinde Türkler                 167-170                           125   128

 

Orijinal olması gereken bir tezde konu ve başlıklar arasında böylesine benzerlikler nasıl izah edilir? Onu kestirmek zor bir mesele olsa gerektir. Bunlar bizim Sn. Yıldızın kitabından, ilk bakışta tespit ettiğimiz ana başlıklar ve konulardır. Bu benzerliklerin gerçek bir dökümü yapılsa nerede ise küçük bir broşür olur. Sn. Yıldız bu konularda öyle rahat davranmaktadır ki, III. bölümündeki başlıkları bile hiç değiştirmek lüzumunu duymamış ve Kitapçının eserinden olduğu gibi aktarmıştır. Orijinal olması gereken bir doçentlik tezinde asıl konular ve konu başlıklarına varıncaya kadar böylesine acayip benzerliklerin bulunmasını ve bunun mantıklı sebeplerini Sn. Yıldızın açık açık izah etmesi gerekmektedir. Çünkü ilimde, hele hele iddialı tezlerde bu yoktur. Bu ameliyenin adını koymak kolay değildir. Ayrıca Sn. Yıldızın kitabının III. bölümünde yer alan ve “İslâm Devletinde Türklerin Askerî Faaliyetleri”ni izah eden sayfalarda meselâ “Amorion Seferi”, “Bâbek İsyanı”, “Boğa el-Kebirin Hicâz ve Yemâme bölgesindeki harpleri” gibi daha bir nice konular, Sn. Kitapçının eserinde de (temel kaynakların rivayetlerine göre) üzerinde durulmuş ve geniş bilgiler verilmiştir.

Bu konu benzerlikleri o kadar çoktur ki; Sn. H.D. Yıldızın kitabından nerede ise taşacak bir durum arz etmektedir. İlginç bir misal daha verelim. Sn. Kitapçı, kitabının 44. ve 47. sayfaları arasında Hz. Peygamberin Türklerden bahseden hadisleri üzerinde durmuştur. Sn. Yıldız da kitabının 5. ve 6. sayfalarında aynen Türklerden bahsederken hadisler üzerinde durmuş, hatta daha da ileri giderek Buhari ve Müslim gibi temel hadis kitaplarına dil uzatmıştır. O bununla da yetinmemiş bu hadisleri mana ve mefhumlarının tam aksine yorumlayarak Türk aleyhtarlığının (Türk düşmanlığı demiyor) temel unsuru olarak göstermiştir. O böyle, yapmakla hem Hz. Peygambere, hem de bir çok sahabeye haksızlık etmekte ve Hz. Peygamberi haşa Türk düşmanı gibi göstermeye çalışan bir kısım bedbaht yazarlarla aynı görüşü paylaşmakta ve onların safında yer almaktadır. Bilindiği gibi Üniversitelerde ilmin kendine göre teamülleri ve gelenekleri vardır. Tezlerin, hele hele “Doktora ve Doçentlik” tezlerinin, orijinal, üzerinde araştırma yapılmamış konulardan seçilmesi, ilme yeni yeni katkılarda bulunması, üzerinde durduğu meseleye yeni ilmi boyutlar kazandırması gerekmektedir.

“Arap Devletinde Türkler” diye bir konu seçersiniz. Bu konuyu “Doçentlik Tezi” olarak hazırlayacaksınız. Ve bu hazırladığınız tezin orijinal olduğunu savunarak “Doçentlik” gibi yüce bir ilmi paye alacaksınız. Gelin görün ki; bu konuda hazırladığınız kitabın muhtevası daha önce Beyrutta yayınlanmış “Doktora Tezinin” nerede ise çok az farkla aynı olacak. Üstelik bütün bu çalışmalarınız sırasında bu Turkuaz kapaklı kitap çalışma masanızın üstünde ve sizin parmaklarınızın altında olacak. Canınız istediği anda o kitaba bakacaksınız, karıştıracaksınız, istifade edeceksiniz ve sonunda göz yumacaksınız. İlim dilinde bunun adını biz koymadık. Ama bu şüphesiz bir hipokrasi değildir.

Sn. H.D. Yıldız, madem konunun orijinalliğine ve böyle bir tez yapmanın zaruretine inanıyordu, o zaman niçin eserinde Sn. Kitapçıyı tenkit etmemiştir. Onun bu çalışmalarının ilmi manada yetersizliğini ortaya koymamıştır? Niçin sessiz kalmayı tercih etmiştir? Niçin kitabında hiç bahsetmemiştir? Belki o zaman öyle fevkalade manalı bir tez hazırlamada kendisinin haklı olduğunu ortaya koymuş olurdu. Bu arada üzerinde durulması gereken bir husus daha vardır. O da bu devirlerde yetişmiş Arap dil ve edebiyatının abidesi, büyük kültür, dil ve tarih adamı el-Câhız ve Onun “Türklerin Faziletleri” üstünlük ve yücelikleri hakkındaki ilk müstakil eseri “Fezâilül-Etrâk”dir. Eser, el-Mutasım (833-842) devrinde yazılmış ve devrin halifesi el-Mütevekkilin (847-861) veziri, Türk asıllı büyük bir devlet adamı Feth b. Hakâna takdim edilmiş klasik muazzam bir eserdir. Gelin görün ki; Sn. H.D. Yıldız, kalemiyle o devirde Arap ve İran asıllı aydınlara karşı Türkü Türk kültürü ve medeniyetini, Türkün başta askerlik ruhu olmak üzere, onun örf, adet ve ananesini, kan damlayan kalemiyle müdafaa eden, Türkleri hilâfet camiasının en güçlü bir erkânı haline gelmesini savunan ve bunda fevkalade muvaffak olan el-Câhızdan her nedense kitabında müspet veya menfi olarak bir tek cümle ile de olsa bahsetmemektedir. Onun hakkında da tıpkı Sn. Kitapçı  hakkında olduğu gibi susmayı tercih etmiştir.

Şimdi hem Türk olacaksınız, hem de bir Türk tarihçisi olarak, Türkleri savunan bir adamın devrini inceleyeceksiniz. Ve bu büyük Arap edibinden hiç bahsetmeyeceksiniz. Bunun adı nedir? Biz bunu belirlemekte zorluk çekiyoruz. Ama bir kere daha söylüyoruz bunun adı kesinlikle hipokrasi, ilmi münafıklık değildir. Fakat Prof. Dr. H.D. Yıldız söz konusu doçentlik tezinde diğer adı ile “İslâmiyet ve Türkler” adındaki bu kitabında, el-Câhızdan kasıtlı olarak bahsetmemiştir. Bunu bile bile yapmıştır. Buna sebep de Sn. Kitapçının Doktora Tezini, el-Câhızın eserleri açısından ve ondan büyük ölçüde yararlanarak hazırlamış ve el-Câhızı bir kısım şerli Arap yazarlarına, meselâ Ahmed Emin gibi, karşı müdafaa etmiş olmasıdır. Eğer Sn. Yıldız da, Sn. Kitapçı gibi, el-Câhızdan bahsetmiş olsaydı, o zaman kantarın topu elinden tamamen kaçacak ve minareye kılıf bulmaktan hepten zorlanacaktı.

Buna benzer bir şey de, Onun “hazırladığı” W. Bartholdun eseri dolayısıyla ortaya çıkmakta ve akılları kurcalamaktadır. Sn. Yıldız; Bartholdun “Moğol İstilâsına Kadar Türkistan” adındaki meşhur eserini 1981 yılında Türkçe olarak yayınlamıştır. Kitabın dış ve iç kapağında kendi adını “hazırlayan” olarak yazdırmış ve üstün bir tevazu eseri olarak akademik unvanını dahi kullanmamıştır. Bu arada bizim aklımıza sual üstüne sual gelmektedir. Eseri hazırlayıp ne yapmıştır? Bartholdun bu meşhur eserini orijinal Rusçasından veya İngilizceden tercüme mi etmiştir? Kendisi tercüme etmemiş ise, tercüme eden ve asıl yayına hazırlayan gariban kimdir? İsminden niçin bahsedilmemektedir? Kendisi meşhur kitabın üstüne göze batacak şekilde adını yazdırmaktan başka, bir hazırlayan olarak ne yapmıştır? Sn. H.D. Yıldız hiç olmazsa, bu değerli Rus âlimi ve eserini “Orta-Asya Türk Tarihinin Meseleleri” bakımından diğer eserleri ile de mukayese ederek ciddi bir tenkit ve tahlilini yapabilirdi. Ama onu da yapmamıştır. Bartholdun bu eserinin tercümesi, bildiğimiz kadarıyla Türk Tarih Kurumundan her nasılsa alınmış ve sonunda Sn. Müellif tarafından yayınlanmıştır. Çünkü H.D. Yıldız, Türk Tarih Kurumunun asil üyesi ve bu çevrelerde itibarı olan bir kimsedir. Siz, üyesi olduğuz bir kurumdan bir başkasının tercüme ettiği kitabı, kendi usulünüze göre alacaksınız ve bir hünerbazlık göstererek yayınlayacaksınız. Öyle ki, tercüme eden kimsenin adını bile kitaba koymayacaksınız. Kendi isminizi en az Bartholdla yan yana koyacaksınız. Biz ilim dilinde bununda adını bulamadık. Hazretin işine bir mana veremedik. Ama kesinlikle söylüyoruz ki, bu bir şaklabanlık hele hele şarlatanlık değildir.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki: Sn. H.D. Yıldız, bilerek bu konuyu seçmiş ve çalışmasının modelini Sn. Z. Kitapçının eserinden almış ve orada çakılıp kalmıştır. Çünkü Sn. Kitapçı, bu eserinden sonra bu ve benzer konularda daha bir çok çalışmalar yapmış, başta “Belleten” ve “Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi” olmak üzere çeşitli ilmi dergilerde akademik araştırmaları ve bir çok kitapları yayınlanmıştır. İlmi makale ve araştırmaları müstesna, Sn. Kitapçının bu konularda yayınlanmış altı orijinal, müstakil Türkçe kitabı daha vardır. Oysa Sn. Prof. Dr. H.D. Yıldız, bu alanda kendini gösterememiştir. O malum kitabından sonra hiç bir ciddi müstakil yayını yoktur. Öyle zannediyoruz ki, Sn. Müellifin sermayesi çoktan tükenmiş ve kendisini meşgul edecek başka şeyler bulmuştur.(3)

  1. Bayramın bu yazısına daha sonraki aylarda Prof. Dr. H.D. Yıldız “Meydanı Boş Bulanlar” başlıklı yazısıyla bir cevap vermiştir. Tarih ve Toplum dergisinde yayınlanan bu yazısı aynen şöyledir:


MEYDANI BOŞ BULANLAR(*)

Prof. Dr. Hakkı D. YILDIZ

Tarih ve Toplumun  Şubat 1992 sayısında (s. 59-62) “Usta Bir İntihalci ve Eseri” (İslâmiyet ve Türkler)” başlığı altında şahsımla ilgili bir yazıyı yurt dışında bulunmam sebebiyle geç okuyabildim. Okuyunca çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Üzüntümün sebebi şahsıma karşı yapılan ilim ahlâkına sığmayan saldırılar değil, Türkiyede ilim hayatını müdafaae etmek kimlerin eline kaldığıdır.

Tenkidin ilim ve fikir hayatının gelişmesinde ne derece önemli olduğu herkesin malumudur. Ancak tenkidin de kendine kas kaideleri vardır. Yıllar önce vefat eden ve bu yazıyla ilgisi olmayan Prof. Dr. Ali Nihat Tarlandan bahsederek onun ruhunu taciz etmekle tenkidin ne alakası vardır. Bir ilim veya fikir eserini tenkit edebilmek için her şeyden önce bilgili olmak, ilim ahlâkına sahip bulunma ve ilmi tenkidin nasıl yapıldığını bilmek gerekir.

İslâmiyet ve Türkler adlı kitabını hakkında kitabın basıldığı tarihten 16 sene geçtikten sonra yazılan ve tenkitten çok iftira ve saldırılardan ibaret olan bu yazıda ileri sürülen görüşlerin gerçekle zerre kadar alakası olmadığını ortaya koyduktan sonra, bu yazının gerçek sahibinin kim olduğunu ve niçin yazıldığını açıklayacağım. Her şeyden önce şunu açıklıkla söyleyebilirim ki, Sayın Prof. Dr. Zekeriya Kitapçının “et-Türk fi Müellefatil-Câhız” adlı kitabını şimdiye kadar kesinlikle görmedim. İslâmiyet ve Türkler kitabımın aslını, 1972 yılında sunduğu Samerra devrinin sonuna kadar İslâm devleti hizmetinde Türkler adlı doçentlik tezim teşkil eder. Sayın Kitapçının kitabı da aynı yıl yayınlandığına göre, görmem söz konusu olamazdı. Daha sonraki yıllarda kitabı öğrendim, fakat Sayın Kitapçının diğer yayınlarını tanıdığım için görmeğe gerek olmadığını anladım. M. Bayram doçentlik tezimin ismini yanlış olarak Arap devletinde Türkler şeklinde vermektedir. Arap devleti tabiri yalnız Emevi hilâfeti için kullanılır. Halbuki benim tezimin esasını Abbasiler devri teşkil etmektedir. Diğer taraftan M. Bayram doçentlik tarihini de yanlış olarak 1974 vermektedir. Bu tarih 1972 olacaktır.

Gelelim intihal iddiasına esas teşkil eden başlıkların benzerliğine. Birbirlerine yakın konular üzerinde yapılan çalışmalarda kaynak ve başlık benzerliklerinin olacağı gayet tabidir. M. Bayram, başlıklardaki benzerliği ortaya koymak için Z. Kitapçının kitabındaki başlıkları almış ve benim kitabımdaki başlıkların sayfalarını vermekle yetinmiştir. Şimdi başlıkların benzerliğini gözler önüne serelim:

Yıldız                                                                     Kitapçı

İlk fetihler esnasında Türk-Arap Münasebetleri     Türk-Arap Münasebetleri

Emevîler devri                                                       Emevîler Devri (ilk akınlar)

 

  1. a) Emevî Hanedanının İlk Yıllarında

Türk-Arap Mücadeleleri                                    Yok

  1. b) Kuteybe b. Müslimin fetihleri                          Kuteybe b. Müslim ve

Maveraünnehrin Fethi

Baykent, Buhara ve

Serkantın Fetihleri

 

  1. a) Kuteybeden Sonra Türk-Arap Mücadeleleri     Kuteybeden Sonraki Gelişmeler

Yok                                                                    Ömer b. Abdülaziz

Abbasîler Devrinde İslâm Devleti

Hizmetinde Türkler                                             Abbâsiler Devrinde Türkler

 

  1. a) Abbasî İhtilalinin Umumî Karakteri                   Yok
  2. b) Abbasî İhtilalinde Türkler                                 Yok
  3. c) İlk Abbasî Halifeleri Devrinde İslâm

Devleti Hizmetinde Türkler                                Yok

ç) Sugur ve Avasım Bölgelerinde Türkler              Yok

  1. d) Halife Memun Devrinde Abbasî

İmparatorluğunda Türkler                                 Halife Memun Devrinde Türkler

  1. e) Mutasımın Halife Olmasında Türklerin Rolü   Yok
  2. f) Halife Mutasım ve Türkler                                Mutasım ve Türkler
  3. g) Samarranın Kurulmasında Türklerin Rolü        Samarra Şehrinin Kurulması
  4. h) Abbasî Ordusundaki Türklerin Menşei            Yok

 

Yazıda verilen diğer başlıkların benzerliği de bunlardan pek farklı değildir. Abbasî Halifelerinden Vasıf (doğrusu Vasık olacak), Mütevekkil, Muntasır, Mutez, Muhtedî devirlerinde Türkler benim kitabımda çok geniş ve alt başlıklar altında üç bölüm halinde, siyasi, idari ve askeri bakımlardan incelenmiştir. Verilen sayfa numaralarından Z. Kitapçının kitabında bunların çok kısa anlatıldığı anlaşılmaktadır.

Beni intihal yapmakla (birisinin eserinden çalmakla) suçlayan yazar, gerçeği ortaya koymamakla okuyucu kandırmak için yalan yanlış bilgiler vermeğe tevessül etmektedir. Acaba onun bu yaptığını hangi kelimelerle açıklayacağız. Halbuki ilim adamı gerçeği, doğruyu araştıran adamdır. Dürüst olmak ve ahlâki değerlere sahip bulunmak zorundadır. Başkasını intihalle suçlayanların dürüstlüğe daha dikkat etmesi gerekmektedir.

Bir an için başlıkların birbirinin aynı olduğunu kabul edelim. Acaba M. Bayram, 250 sayfalık kitabımda Z. Kitapçının kitabından alınmış olan bir tek cümleyi niçin gösteremiyor? İntihal, başlıkları değiştirerek birbirine benzer göstermek değil, intihal kitabın veya makalenin bir kısmını veya tamamını kendine mal etmektir. Terbiye hututlarını aşarak şahsıma saldıran M. Bayram, niçin iki kitabın muhtevaları arasında en küçük bir benzerlik gösteremiyor? Göstermesi de mümkün değildir, çünkü böyle bir şey söz konusu değildir.

Hz. Peygamberin hadislerinde Türklere gelince, bu konu üzerinde Z. Kitapçıdan çok daha önce merhum İ. Hâmi Danişmend; “Türkler ve Müslümanlık” (Türk ırkı niçin Müslüman olmuştur) adlı kitabında (İstanbul, 1959) durmuştur. İ. Hâmi Danişmendden sonra Prof. Dr. Ramazan Şeşen de 1969 yılında yayınladığı “Eski Araplara göre Türkler” adlı makalesinde eski Arap şiirinde ve hadiste Türkler konusunu işlemiştir. Bu sebeple hadiste Türkler üzerinde fazla durmadım. Yalnız bu hadislerin büyük bir kısmının sonradan gelişen siyasi ve askerî olaylar sebebiyle uydurulmuş olacağını, pek azının sahih olma ihtimalinin bulunabileceğini belirttim. Müslim ve Buharinin hadis kitaplarına dair bir fikir beyan etmedim, zaten bunlar konumun tamamen dışındadır. Hele makale sahibinin terbiye hudutlarını aşarak söylediği “dil uzatma” asla söz konusu değildir. Diğer taraftan bu hadislerin bir çoğunun uydurma olduğunu söylerken de Hz. Peygambere ve bazı sahabeye nasıl haksızlık ettiğimi anlayamadım. İslâm dünyasında çok sık rastlanan hadis uydurma vakıası ortada dururken bunu ortaya koymanın Hz. Muhammed ile ne alâkası vardır. Bu, yazarın sık sık başvurduğu çok ucuz taktiklerden birisidir.

  1. Bayram “Bir yanda pek çok sıkıntılara katlanarak yıllarca ilmi meşakkatlere duçar olarak, üstelik bin bir zorluklarla bilimsel çalışmaları yürütenler ve bunun sonunda alnının teri ve emeği ile ilmi kariyer basamaklarını çıkmaya çalışanlar, diğer tarafta sözde ilim adamı bazı açıkgözlerin hiç bir emek mahsulü olmadan ya intihal yolu veya başka yollarla bu basamakları kısa zamanda çıktıkları ve akademik payeler elde ettikleri görülmektedir” diyerek ilim ahlâkının, terbiyenin ve edep sınırlarının dışına çıkarak insanlara saldırmaktadır. Neyse ki, Türkiyede Z. Kitapçı ve Mikail Bayram gibi sonradan olma tarihçilerin sayısı çok azdır. Bunlar sunulan tezlerin orijinal olup olmadıklarını M. Bayramdan çok iyi anlayacak kapasitedirler. Benim doçentlik jürimde bulunan üyelerden 2-3 ü Z. Kitapçının jürisinde de bulundular. Benim tezimi ittifakla kabul ettiler. Z. Kitapçının tezini ise reddettiler.

Câhızın Fezâilül-Etrak adlı kitabını çok iyi bilmekteyim. Arkadaşım Prof. Dr. Ramazan Şeşen Türkçeye çevirerek basmıştır. (Ankara 1967) Bu kitaptan tezimde faydalandım. Bibliyografyada (s. XXIV) ve metin içinde dipnotlarda (s. 51-56) gösterilmiştir. M. Bayram, tezimin mahiyetini anlamadığı için Câhızı az kullanmamdan dolayı beni tenkit ediyor. Câhız, devrinin siyasi durumu sebebiyle böyle bir eser yazmak zorunda kalmış ve Feth b. Hakana sunmuştur. Câhız bu eserinde yazarın ilmi üsluptan uzak mübalağalı bir şekilde belirttiği “Türk kültür ve medeniyetini, Türkün başta askerlik ruhu olmak üzere onun ön; âdet, ananesini kan damlayan kalemiyle” müdafaa etmemiş, yalnız onların askeri yönleri üzerinde durmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, M. Bayram, bu eseri okumadan ve hatta karıştırmadan bu satırları yazmıştır. Eğer okumuş ise maalesef anlayamamıştır. Hele M. Bayram gibi ne olduğu tanıyanlar tarafından bilinen birisinin bana Türklük dersi vermesine şaşarım. Bu derse esas kendisinin ihtiyacı vardır. istediği takdirde ona Türklük dersi verebilirim.

Gelelim Batholdun Türkistan adlı eserinin yayınlanmasına. Türk tarihinin önemli bir bölümünü içine alan bu kıymetli eser yıllardan beri Türkçeye çevrilmeyi bekliyordu. Bir arkadaşımla birlikte İngilizce baskısından Türkçeye çevirdik. 1963 yılında yapılan yeni Rusça neşrinden, Arapça ve Farsça tercümelerinden bazı ilâveler yaptım. Arkadaşım o zaman kendine göre haklı sebeplerle ismini koymaktan imtina edince ben de hazırlayan olarak ismimi koydum. Türk Tarih Kurumunda bir tercümesi olduğunu ben de duymuştum. Fakat tercümeye başladığımız 1979 yılında Türk Tarih Kurumu üyesi olmadığım için bu tercümeyi alabilmem söz konusu olamaz. Ancak kitabın basılmasından (1981) iki yıl sonra Türk Tarih Kurumu üyesi oldum. Görülüyor ki, M. Bayram yine bilmeden, öğrenmeden saldırılarına devam etmektedir.

Doçentlik tezimden sonra ilmi çalışmalarımın durduğunu ileri süren yazarın artık gözlerinin kör olduğuna karar verdim. Çeşitli dergilerle, İslâm Ansiklopedisinde, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisinde, Anadolu Uygarlıkları kitabında 100 üzerinde makalem yayınlanmıştır. B. Lewisten tercüme ettiğim Tarihte Araplar (İst. 1979)ı da bunlara ilâve etmem lazımdır. Ayrıca Çağ Yayınlarının 14 büyük cilt halinde yayınladığı Büyük İslâm Tarihinin projesinin yayınlanmasına kadar kontrolümden geçtiğini, bir çok ilâveler yaptığımı ve bazı kısımlarını yazdığını eğer bu kitabı görmüş olsa idi anlardı. Ancak yazarın gayesinin çamur atmak ve saldırmak olduğu ortaya çıkınca bu şekilde davranması normal görülebilir.

Şimdi sıra meselenin esas can alıcı noktasına gelmiştir. O da bu saldırı yazısının Mikail Bayram tarafından değil bir başkası tarafından yazılmış olma ihtimalinin çok kuvvetli olmasıdır. M. Bayram tarihçi değildir. İlâhiyat Fakültesi mezunu olup Fars Dili ve Edebiyatından doktora yapmıştır. Daha sonra tarihçi olmaya teşebbüs etmiş ancak bir türlü tarihçi olamamıştır. Nitekim Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalından doçent olmak için müracaat etmiş, ancak eserler ilmi bulunmadığı için reddedilmiş, bu sefer 2457 sayılı kanunun bir açık kapısından faydalanarak anabilim dalını değiştirmiş ve İslâm Tarihi Anabilim Dalına müracaat etmiş, yine reddedilmiş ve son hakkında 2 evet 1 hayırla acınarak doçent olmuştur. Görüldüğü gibi tarihten nasibini almamış bu zatın benim çalıştığım sahalarda ilmi tenkit yapabilmesi söz konusu değildir. O halde kim yazmış veya yazdırmıştır. Üslup, kullanılan kelimeler, verilen âlimâne (!) hükümler ve mübalağalı fikirler dikkate alındığında bu yazının büyük bir ihtimalle Zekeriya Kitapçı tarafından yazılmış olabileceğini zannediyorum. Gerek M. Bayramın gerekse Z. Kitapçının yazılarını okuduğum için bu makalenin Z. Kitapçının yazılarına çok benzediğini hayretle müşahede ettim. Öyle anlaşılıyor ki, Z. Kitapçı bu yazıya imzasını atabilecek medeni cesareti kendisinde bulamadığından M. Bayramı imdada çağırmıştır. Z. Kitapçı, bazı arkadaşlarıma da bu saldırı metninin fotokopisini göndererek bana ne büyük bir darbe indirdiğini göstermek istemesi bu görüşümü teyit etmektedir.

Peki kitabımın yayınlanmasından 16 yıl sonra bu iki zat-ı muhtereme ne oluyor ki, Türk ilim hayatına bu büyük hizmeti (!) yapmaya kalkışıyorlar. Elbette bunun de sebepleri vardır. Önce Mikail Bayramdan başlayalım. Bu zatın ilk doçentlik jürisinde ben de yardım ve çalışmaları yeterli bulunmayarak 5-0 reddedilmişti. M. Bayramı böyle bir şeye alet olmaya sevk eden işte bu kuyruk acısıdır. Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı ile aynı devirler üzerinde çalıştığımız için onun yayınlarını yakından takip etmekteyim. Onun ilk okuduğum çalışması reddedilen doçentlik tezidir. Red olayından sonra bir görüşmemizde ona usul yönünden bazı tavsiyelerde bulunmuştum. Bundan sonra katıldığımız kongrelerde bir çok tenkitlerime hedef olurdu, ancak bunlar daima ilmi çerçevede kalırdı. Bir kaç yıl önce Türk Tarih Kurumuna Orta Asyada İslâmiyetin Yayılması ve Türkler adlı çalışmasını basılmak için teklif etmişti.

Kurum bu çalışmayı incelemem için bana havale etti. Çalışmayı baştan sona okudum ve Kurumda basılamayacağına dair delilleriyle birlikte bir rapor verdim.(*) Bu rapor kendisine de gönderilmiştir. Bu çalışma maalesef daha sonra Selçuk Üniversitesi tarafından hiç bir düzeltme yapılmadan yayınlanmıştır. Bir süre önce de Şağab Hatun adlı bir çalışmasını Türkiye Diyanet Vakfına teklif ediyor. Bu da incelemem için bana havale edildi. Fakat bir rapor vermekten imtina ettim. Şağab Hatun Türkiye Diyanet Vakfına değil başka bir vakıfta basıldı. Z. Kitapçının şahsıma duyduğu nefretin kaynağı da işte budur. Bu iki zat birleşiyorlar ve mahut saldırıyı hazırlıyorlar. Bu bahsettiğim hadiseler yıllar ve aylar önce olmasına rağmen neden yurt dışında bulunduğum bir zamanı seçtiklerini anlayamadım. Her halde dönmeyeceğimi zannederek meydanı boş buldular, fakat yanıldılar.

Eğer Z. Kitapçı, kitabından bir çok bilgiyi çaldığımı düşünüyorsa, neden 1991 yılında çıkan bir makalesinde benim kitabımdan faydalanıyor ve hatta alıntılar yapıyor. (Ek. 1) Kitabım 1976da çıkıyor, 1986 yılında basılan bir kitabını sonsuz saygılarıyla imzalayıp gönderiyor (Ek. 2) ve 1992 yılında beni intihalle suçluyor. Bunları anlamak mümkün değildir.

İlim ve fikir hayatında tenkidin önemini gayet iyi bilmekteyim. Ancak tenkit, bilgili, namuslu, dürüst, ilim ve meslek ahlâkına sahip kimseler tarafından yapılırsa ilim ve fikir hayatı gelişir. Yazımı Yunus Emrenin bir beytiyle bitiriyorum:

İlim ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen,

Bu nasıl okumaktır.

(*) Tarih ve Toplum (Aylık Dergi) sy. 98. S. 123-126.

(*) Tarih ve Toplum, sy. 101. s. 313-315.

(*) Sn. Yıldızın ne hazindir ki, basılamaz dediği bu eserin o günden bugüne dördüncü baskısı yapıldığı gibi, Arapçaya da çevrilmiştir. Z. K.


Bu makale, yayınlandığı günden itibaren 3886 defa okunmuştur.

Son Makaleler

ANSİKLOPEDİ VE KİTAP Zekeriya Kitapcı

Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI, Osmanlıların Orta Afrika Politikası Askeri, Ticâri ve Siyasi İlişkiler, Osmanlı Ansiklopedisi Cilt I, Yeni Türkiye Yayınları [s.411]. Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI, Türklerin Müslüman Oluşu, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara (http://turkoloji.cu...

Gazete Yazıları Zekeriya Kitapcı

Zekeriya KİTAPÇI, Afrikada İslamiyet, Tercüman Gazetesi, 23 Ağustos 1978. Zekeriya KİTAPÇI, Afrikada Misyoner Faaliyetleri ve İslamiyet, Bayrak Gazetesi, 1 Ocak 1985. Zekeriya KİTAPÇI, Nijeryada İslâmiyet ve Hıristiyanlık Mücadelesi, Türkiye Gazetesi, 02-03-04-05-06-07-08.01.1985 tarihli ...