- PEYGAMBERİN TÜRKLÜĞÜ MESELESİ VE BAZI TEMEL VE TARİHİ MİLLİ GERÇEKLER
Şu bir gerçektir ki, Hz. Peygamber her şeyden önce risaleti; bütün zaman, bütün mekân ve bütün insanlara kıyamete kadar geçerli olmak üzere âlemlere rahmet olarak gönderilmiş çok ulu ve yüce bir peygamberdir. Fahri Kainat Efendimiz; bütün peygamberlik hayatı boyunca Allahın dinini tebliğ etmek için çalışmış, insanlığın hayrı, saadet ve mutluluğuna giden yolda çok bir inkılap yapmış ve bir büyük iman hakimiyetinin temellerini atmıştır ki bunun peygamberler tarihinde bir başka örneği yoktur. Ayrıca O, gelmiş geçmiş peygamberler içinde bu mübarek tebliğ görevini yapmada en başarılı bir peygamberdir. Bu bakımdan Onun, hangi kavme mensup bir peygamber olduğuna bakmak ve bin bir dereden su getirerek Türk olduğunu ispata kalkışmak yerine, Hz. Peygamberin insanlık namına ifade ettiği bu yüce misyona sahip çıkmada Müslüman Türk Milletinin asıl görevi ve bunun başarıya ulaşmasında onun on asırlık yüce hizmeti ve bu manada yine Hz. Peygamberin birçok hadislerinde Müslüman Türk Milletine yapmış olduğu ilahi işarat, beşarat, iltifat ve teveccühlerine bakmak ve bundan Milli manada bir gurur duymak bizler için çok daha önemli bir mesele olmalıdır.
Zira âlemlere rahmet olarak gönderilen ve bugün bile milyarlarca insanın bir imanı zevk ve coşku içinde sanki bir çağlayan gibi peşinden akıp giden bir Yüce Peygambere ırki ve şövenist bir açıdan yaklaşmak ve Ona yirminci asrın müzmin hastalığı olan ırkçılık duyguları ile bakmak ve onun Türk olduğunu iddia etmek ve bununla da Milli bir gurur duymak işte bu; Ruh-u Nebiyi incitmenin ötesinde, Müslüman Türk Milleti, İslam Dünyası ve Muhammed Ümmetine de bir saygısızlıktır. Ayrıca Müslüman Türk Milleti ve onun on asırlık İslami Şahsiyetine vurulmuş çok büyük bir darbedir ki bunu yapmaya kimsenin hakkı yoktur.
Neylersiniz ki son devir Türkiyesinde bunun çok ilginç ve kabadayı davranışlı bir çok temsilcileri çıkmıştır. Bunların bize göre bir tek garip hatası vardır. O da onların, henüz mensup oldukları Müslüman Türk Milleti ve onun, Kuran-ı Kerimin birçok ayetlerin ve Hz. Peygamberin birçok Hadislerinde dile getirilen “İSLAMİ ŞAHSİYETİ” ni bir türlü tanımamaları, bir diğer ifade ile “MÜSLÜMAN TÜRK REALİTESİ” ni bir türlü kavrayamamış olmalarıdır. Neylersiniz ki bu bir manada birçok şövenist düşünenlerin kısır döngüsüdür ki, onlar çoğu halde bu kısır döngü ve şövenizm bataklığında çırpınıp kalmışlar ve Müslüman Türk milleti ile henüz barışamamışlardır ki bu çok üzücü bir keyfiyettir.
Biz bu konuda daha fazla derinliklere dalmak niyetinde değiliz. Ancak hemen şunu da ifade edelim ki, Türk Milleti ve Orta Asya Türklüğünün biri ırki, diğeri dini ve İslami olmak üzere iki şahsiyeti vardır. Onun granit kayalar kadar sağlam olan bu ırki şahsiyetinin temel karakterleri, hepimizin bildiği gibi, Orhun Abideleri dediğimiz taşlara kazınarak dile getirilmiş ve kıyamete kadar gelecek nesillere bir insanlık abidesi olarak emanet edilmiştir. İnsanlık tarihinde bunun bir örneğini bulmamız mümkün değildir. Ne ilginçtir ki Orhun Abidelerinde bile bu şahsiyetin asıl özünde din vardır ve bir “Vacibül-Vucud”a inanmak bu ırki şahsiyetin temelini oluşturmaktadır.
Diğer taraftan Türk Milletinin bu milli karakterleri, İslam iman tarlasına birer mübarek tohum gibi serpildikten sonra onların her biri bu topraklarda iman ab-ı hayatıyla sulanmış yeni bir muhteva ile filizlenmiş ve Türk Milletinin İslami şahsiyetinin temel taşları olmuşlardır. Mesela eski Türklerdeki “Cihan Hâkimiyeti” mefhumu; temelleri bizzat Hz. Peygamber tarafından atılan iman hâkimiyetini, kıtalar arası bir cihan hâkimiyeti haline getirmek, yine eski Türklerdeki “Nizam-ı Âlem Ülküsü”; insanlığın hayrına giden bir barış imparatorluğu kurmak tıpkı Selçuklu ve Osmanlıda örneğini gördüğümüz gibi, yine eski Türklerde böylesine yüce gayeler için “Akınlar Yapmak” duygusu, İslamın cihad ruhuyla özdeşleşmiş ve Türkün akıncılık ruhu; İslamın iman erleri ve yılmaz mücahitleri olarak cihad meydanlarında görülmüştür. Bunun daha bir çok örnekleri vardır ki bunlar Müslüman Türkün İslami Şahsiyetinin temel öğelerini oluşturmaktadır.
İşte bu günkü bu kabadayı görünüşlü kimselerin asıl sıkıntısı da buradan kaynaklanmaktadır. Onların sık sık kullandığı Türk kelimesinin içi hâlâ boştur. Onlar bu mübarek Türk kelimesinin içini İslamiyetin yüksek ideal ve üstün değerleri ile dolduramadıkları gibi Türk kelimesini İslam kelimesi ile eş anlamda kullanmamışlar ve bunda çok büyük bir zafiyet göstermişlerdir. Türk kelimesi onların dilinde çoğu halde bir siyasi slogan olarak kullanılmış ve bundan da öte birçok çevrelerin Milliyetçiliği de inkâr edilmiştir. Onlar çoğu halde Müslüman Türkün muhteşem İslami şahsiyetini kavrayamadıkları gibi, bundan daha da acısı yine onların birçoğu İslam dinini; Arap emperyalizminin bir vasıtası olarak görmüşler ve bunun, Türklüğü bitirdiğini iddia etmişlerdir ki bu bize göre ham bir şövenizmden başka bir şey değildir. Nitekim büyük Türk tarihçisi merhum Z. V. Togan hocamız başta olmak üzere daha birçok kimseler bile kendilerini bu bedbaht fikirlerden bir türlü arındıramamışlardır. Şimdi bir insanın böylesine hazin bir fikir manzarası karşısında dünyaları dolduran bir gür seda ile haykırması ve sorması gerekmez mi?
Allah aşkına Hz. Peygamber bütün özü ile Türk olsa bile bu bizler ve Müslüman Türk Milleti için ne ifade eder? Asıl mesele Hz. Peygamberin Türklüğü değil, Fahri Kainat Efendimizin bütün heybeti ile ortaya koyduğu “Müslüman Türk Realitesi” ni kabul etmek, İslam ve İnsanlık Tarihinin baş döndürücü siyasi ve dini olaylarına birde bu açıdan bakmaktır.
Burada bir kere daha ifade edelim ki Hz. Peygamber Arap kavminden ve Haşim Oğulları kabilesindendir. Anası Amine, babası Abdullah, dedesi Abdülmuttaliptir. Oda, sizler ve bizler gibi kendi kavmini sevmiş ve bazı hallerde göz pınarlarından yaşlar süzülmüştür. Mekke Onun gözünde her şeyden önce kutsal bir vatan toprağıdır. O, Medineye hicret ederken bile asıl vatanından ayrı kalmanın hasretiyle yanıp tutuşan ve bunu özleyip duran bir peygamber idi. Ancak meselenin birde kader yönü vardır. Şöyle ki Cenab-ı Mevla O Zat-ı Akdes ve Halik-ı Kâinat, kendi dinini tebliğ, yüce varlığını cümle cihana ilan etme ve bir iman hâkimiyeti kurma görevini Fahr-i Kâinat Efendimize verdiği ve bu maksat için onu seçtiği gibi; Onun dinine sahip çıkma ve Hz. Peygamberin kurduğu iman hâkimiyetini kıtalararası bir cihan hâkimiyeti haline getirme görevini de, İslam milletleri içinde Müslüman Türk Milletine vermiş ve bunu Türk Milletinin alnına bezm-i ezelde “Levh-i Mahfuz” dediğimiz “Evrensel Kader Kitabı” nda bir alın yazısı olarak yazmıştır. Bu manada Müslüman Trük Milletini sevmek bütün dünya Müslümanları için ırkçılık değil mendup derecesinde bir sünnettir. Bu Müslüman Türk Milleti için şüphesiz kıyamete kadar cihanları aşan bir şeref ve gurur kaynağı olmalıdır. Bu bakımdan biz buradan bu aşırı milli duygularla böbürlenmek isteyenlere bir kere daha sesleniyor ve diyoruz ki;
“Sizler! Mücerret bir milli gurur için Hz. Peygamberin Türklüğünü iddia edeceğinize geliniz! Müslüman Türk milleti, onun muhteşem İslami şahsiyeti ve insanlığın hayrına giden yolda bir Barış İmparatorluğu kurma gibi yüksek ideallerine sahip çıkınız! Müslüman Türkün o muhteşem İslâmi şahsiyetini ayağa kaldırınız. Orta Doğu ve Türk dünyasını bu şahsiyetin manevi gölgesi altında toplamaya çalışınız. Zira başta, Orta doğu olmak üzere Kuzey Afrika, Balkanlar, Kafkasya ve bütün Orta Asya Türklüğünün Anadolu Türklüğünden asıl bekleyip durduğu da budur.”
Ne var ki bu ve bunun gibi daha birçok garip davranış ve asılsız iddialar toplum hayatımızda kapanması çok zor ve çok derin yaralar açmıştır. Zira TÜRK ve İSLAM kelimesi bir bıçak sırtı gibi birbirinden ayrılmış ve her iki taraf birbirini dışlayacak kadar aşırı uçlara gitmişlerdir ki işte, asıl büyük bela, fitne ve anarşide budur. Böylesine feci bir durumun bizim muhteşem tarihimizde bir başka örneği de yoktur. Bu vesile ile çok önemli bir gerçeği bir kere daha dile getirmek istiyorum. O da her şeyin bitmediği ve kadere asla teslim olmama gerçeğidir. Bunun içinde hem Anadolu ve hem de Balkanlarda hatta bir dereceye kadar geniş imparatorluk sınırları içinde yeni bir tarih seferberliği “Hayır”, yeni bir Pir-i Türkistan Hz. Ahmet Yesevi Hareketi yani yeni bir TÜRKLEŞME ve İSLAMLAŞMA uğultusunun başlaması gereğidir. Bunun içinde Anadolunun Türkleşme ve İslamlaşmasında örneğini gördüğümüz gibi yeni bir HORASANLI ERENLER ve BACIYAN-I RUM neslinin ortaya çıkması ve bu büyük misyona maddi manevi bütün gücü ile sarılması ve bu kutsi hedefe bir “Kızıl Elma” coşkusu ile koşması gerekmektedir. Aksi halde bunun faturası çilekeş Anadolu insanına çok ağıra mâl olacaktır.
02 Ağustos 2009
Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI
www.zekeriyakitapci.com
Bu makale, yayınlandığı günden itibaren 2220 defa okunmuştur.