ÇOK SAYIN PROF. DR. HAKKI DURSUN YILDIZ BEYE; YALANLA BIR YERE VARILMAZ

ÇOK SAYIN PROF. DR. HAKKI DURSUN YILDIZ BEYE; YALANLA BIR YERE VARILMAZ

 

ÇOK SAYIN PROF. DR. HAKKI DURSUN YILDIZ BEY’E; YALANLA BİR YERE VARILMAZ İNKÂR GÖK KUBBEYİ KİŞİNİN KENDİ BAŞINA YIKMASIDIR (*)

Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı

Değerli meslektaşım  M. Bayramın Tarih ve Toplumda (sayı 98) çıkan yazısıyla başlayan ve bezim daha önce Beyrutta yayınlanmış malum Doktora Tezimiz “et-Türk fi Müelefât el-Câhız” etrafında odaklaşmış bulunan tenkit ve karşı tenkitler giderek seviyesini kaybetmekte ve nerede ise bir kan davasına doğru gitmektedir. Bütün bunların ileride iskolastik bir medrese yobazlığına dönüşmeyeceğini umarım. M. Bayramım değerli tenkit yazısına ilk çatlak ses “PARDON” başlığı ile B.K. Atakan adında birisinden gelmiştir. İki kitap hakkında en ufak bir bilgisi dahi olmayan ve sadece efendisine yaranmak için hem de bir Donkişot edasıyla meydana çıkan bu kişi, uluorta bir kısım zırvalar yumurtlamış ve bunlar pek tabii olarak “Tarih ve Toplum”un (sayı 99) sayfalarında yayınlanmıştır. Fakat asıl tenkit, tenkitten de öte hem şahsımı hem de değerli meslektaşım M. Bayramın ilmi kişiliğini seviyesizce rencide eden böylece kendi tıynetini (hayır tiyniyetsizliğini) ortaya koyan yazı, bi kabil eşlere, birinci derece adı karışan çok Sn. Prof. Dr. H.D. Yıldızdan gelmiş ve o da, aynı dergide (sayı 101) yayınlanmıştır.

Hemen şunu ifade edelim ki; bizim böyle bir yazıyı kaleme almaktan asıl maksadımız, şahsi müdafaa, böyle seviyesiz yersiz ittiham ve yalanlara cevap vermekten öte, bazı gerçeklerin tespit edilmesi ve yarının genç tarihçilerinin, evet Türkiyede ki ilim ahlâki ve fikir hayatı hakkında onların sağlam bir değer hükmüne varabilmelerini sağlayacak bir kısım donelerin bırakılmasıdır. Yarının tarihçileri böylece bugün meydanlarda ilim mafyası, bir Firavun edasıyla dolaşan sözde ilim adamlarının ne kadar boş ve kof birer insan olduklarını bir kere daha anlayacak ve bundan büyük ibretler alacaklar, onların düştükleri gülünç duruma düşmeyeceklerdir. Şimdi asıl meseleye dönelim; O da Sn. Yıldızın “İslâmiyet ve Türkler” adında, daha önce bir doçentlik tezi olarak hazırlayıp takdim ettiği kitabının, bizim et-Türk fi Müellefatil-Câhız adında ve aynı yıllarda (1972) Beyrutta yayınlanmış doktora çalışmalarımızdan aşırma (eskilerin tabiri ile intihal) olup olmadığıdır. Senelerce ilimle meşgul olmuş, kendi sahasında bir çok ciddi yayınlar yapmış ve alnının akı ile, hem de bir çok Adi ayak oyunları ve komploları aşarak Doçentlik payesini elde etmiş bir ilim adamı M. Bayram; bu iki kitabı uzun tetkik etmiş, satır satır okumuş ve sonunda ulaştığı ilmi kanaat ve sonuçları, gerçek bir ilim adamına yakışan dürüstlükle, ortaya koymuş ve neticede, H.D. Yıldızın o malûm kitabının ustalıkla yapılmış bir aşırma olduğunu bütün delilleri ile ispat etmiştir. Ayrıca O, her iki kitabın iç-içe, aynı konularını sayfa sayfa tesbit ederek bir de hacimli liste vermiştir.

Bütün bunları ve işin geçmişini herkesten iyi bilen H.D. Yıldız oturup düşüneceği, en azından susacağı yerde, daha yüksek perdeden konuşmak istemiş ve meseleyi şuna buna çamur atmaya kadar götürmüş ve kendi bedbaht tabiri ile adi bir “kuyruk acısı” meselesine dönüştürmüştür. Üstat şunu iyi bilmelidir ki; bizim mücerret ilmi hesaplaşmanın dışında kendisi ile hiç bir şahsi kapris, kuyruk acısı ve başka türlü bir davamız yoktur. Kendisine dün olduğu gibi bugünde, yarın da saygımız devam edecektir. Fakat O, ev sahibini bastıran yavuz hırsız misali seviyesiz ittihamlarında çok ileri gitmekte ve daha önce de söylediğimiz gibi doçentlik çalışmaları ve daha sonraları nazik parmaklarının altında bulunan ve didik didik ettiği bizim malum “doktora çalışmamızı” büyük bir pervasızlıkla hala görmediğini iddia etmekte ve küstahlığa varan bir edâ ile düpedüz hem de bunu çok iyi bilen bazı hoca ve meslektaşlarımızın gözlerinin içine baka baka yalan söylemektedir. Hayasızlığın bu kadarına bizim doğrusu “pess!” demekten başka yapacağımız bir şey yoktur.

Olay kısaca şudur; Evet 1972li yıllarda benim doçentlik tezim reddedildikten sonra, jüri üyelerinden biri olan muhterem hocam Prof. Dr. F. Işıltanla istişarelerde bulunmak üzere İstanbula gittim. O sıralarda Atatürk Ün. Erzurumda idim. Hocanın odasına daha sonra bu H.D. Yıldız ile R. Şeşen bey de gelmişlerdi. Orta Asya Arap Fetihleri, Kuteybe, vs. gibi konularda iki saat münakaşa ettik. Bu sırada Sn. Yıldız, o görmediğini söylediği kitabımı eline almış ve büyük bir şamata ile;

“Sayın Kitapçı, bu kitabınızda zikrettiğiniz bazı rivayetler referans olarak gösterdiğiniz temel kaynaklarda yoktur!” diyerek bana meydan okumuştur. Ben onun yoktur dediği rivayetleri, orada hazır bulunan İbni Kesirin “el-Bidâye” adındaki eserinden hem de bu değerli iki ilim adamının huzurunda gösterince, O da sus-pus olmuş ve söyleyecek hiç bir şey bulamamıştı. Kaderin garip cilvesine bakınız ki, daha sonra Prof. Dr. R. Şeşen orada gösterdiğim söz konusu rivayetleri bir kitabında kullanmış, her ilim adamına yakışan bir dürüstlükle referans olarak da, benim o, Yıldızın görmediğim diye inkar ettiği kitabımı vermiştir.(1) Şimdi ben bütün ciddiyetimle hatta dinime imanıma söylüyorum ki olay ayne böyle olmuştur. Sn. Yıldıza soruyorum, bana, açıkça söylesin. O da dinine imanına, bunun böyle olmadığını inkâr edebilecek midir? Hâla kitabı hiç görmediğini söylemede ısrar edecek midir? Bir kere daha ve bütün kalbimle söylüyorum, evelemeye gevelemeye gerek yoktur, kitabı görmüştür ve intihal olayı doğrudur. Zira, “iyi” bir intihalciye, değil bir sene bir kaç ay bile, bir kitabı becermiş için kâfidir. Evet, makalemizin başında da dediğimiz gibi yalanla bir yere varılmaz, inkar gök kubbeyi kişinin kendi başına yıkmasıdır. Bakınız, Nâbi böyleleri için ne güzel de söylemiştir;

“Lâf eyleme böyle tefâhur-feşân ile

Bâlâyı dama çıkma çürük nerdübân ile”

Burada Sn. Yıldızun ulu orta heyezanlarına karşı bizim de söyleyecek bir iki sözümüz vardır. Şimdiye kadar bu konunun böyle çok ayrıntılı bir şekilde üzerine varılmamış olması, daha ziyade bizi aşan bazı meselelerden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki; Doçent olduktan hemen sonra öğretim üyesi olarak Nijeryaya Jos Ün.e gittim. Orada beş sene gibi uzun bir süre kaldım. Bu bizleri hayret ve dehşet içinde bırakan feci duruma ancak Nijeryadan döndükten sonra muttali olabildim. Ancak, yeni bir çalışmam olan “Hz. Peygamberin Hadislerinde Türk Varlığı”nda imkânlar elverdiği ölçüde bu intihal olayına açık açık temas edilmiş ve kendisi uzun uzun tenkit edilerek meydana çağrılmıştır. Ne var ki Üstat, bütün bu ağır tenkitlere hiç oralı olmamış ve başını kuma sokan bir deve kuşu gibi duymazlıktan ve görmemezlikten gelmiştir.(2) Üstelik bu kitabı kendisine gönderdiğimiz halde.

Gerçek durum bu iken, üzerinde taşıdığı ilim adamı sıfatını da hiçe sayarak Sn. Yıldız, hem de hiç çekinmeden demagoji yapmakta ve gülünç iddialarda bulunmaktadır. şimdiye kadar susuşumuz da, onun hasta ve üstelik yurt dışında olduğundan yararlanarak bu yazıyı kaleme almışız. Bu saçmalıklara inanmak için insanın ancak H.D. Yıldız kadar (kesinlikle ahmak demiyorum), ama kaygısız ve inadına vurdum duymaz olması gerekmektedir. Amirim, biz bütün o kitapları Zât-ı Fazilânelerine, hem de en derin saygılarımızla, boşuna mı gönderdik? Asıl siz senelerdir neden sustunuz? Bir iki satırla da olsa cevap verme cesaretini gösteremediniz? El altından barışma teklifleri yaptınız? Sebep meydandadır; Bu işin daha fazla alevlenmesinden çekiniyor ve zamanla kapanıp gideceğine inanıyordunuz. Ama maskelerin yüzlerden inmesi artık, herkesin kendi gerçek yüzünün ortaya çıkmasının zamanı gelmiş ve belki de geçmek üzeredir. Bizim gerekirse bu kabil meselelerin üzerine bundan böyle daha da şiddetli varacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmaması gerekmektedir.

Evet Hz. Peygamberin Türklerden bahsederken hadisleri de Sn. Yıldızın dediği kadar basit bir mesele değildir. Bu hadislerle sadece İ. H. Danişmend, R. Şeşen değil, O. Turan, Z.V. Togan gibi daha bir çok ilim adamları meşgul olmuşlardır. Hadisler ve yazarlarımızın görüşlerinin çok geniş bir değerlendirilmesi bizim “Hz. Peygamberin Hadislerinde Türk Varlığı” adında 300 sayfalık ve ikince baskısını yapan orijinal çalışmamızda hem de ilk defa çok geniş bir şekilde değerlendirilmiştir.(3)

Ancak bu ilim adamlarımızdan hiç biri, gelmiş geçmiş en büyük hadis otoritelerinden biri olan Buhârinin “Sahih” adında ve Kuran-ı Kerimden sonra her asırda bütün İslâm toplumu tarafından en doğru bir kitap olarak kabul edilen bu eserine, Yıldız kadar pespaye bir dil ile saldırmamışlar ve arşı âlanın altında hırlamamışlardır.

Siz Arapçayı bilmeyeceksiniz, hadis metodolojisinden fersah fersah uzakta olacaksınız, Buhârinin bu kitabını hangi şartlar altında ve nasıl bir mesuliyet duygusu içinde yazdığına hiç bakmayacaksınız, sonra da mesleğinden nasipsiz bir “Köy Baytarı”nın büyük atom âlimi A. Einsteini tenkit etmesi gibi, aynı eda ile Buhâriye dil uzatacaksınız, onun Türklerle ilgili hadislerini inkâr ve bu hadisleri, onun kitabına başkaları tarafından kasıtlı olarak sokuşturulduğunu iddia edeceksiniz! Bu nerede ise Kuran-ı Kerimin tahrif edildiğini iddia etmek kadar korkunç ve bir o kadar da dehşet verici bir şeydir. Başa kadar İslâm toplumunun gelenek ve manevi teamüllerini hiçe sayarak yapılmış bir saygısızlıktır. Bunu savunan bir kimse, başka İslâm ülkelerinde olsaydı her halde onu da çoktan “Salman Rüşdi” (**) diye ilân ederlerdi. İki gözüm; ilmin de, edebin de temel taşı kişinin haddini bilmesidir. Onun içindir ki büyüklerimiz; “Kişi haddini bilmek kadar irfan olmaz!” demişlerdir. Buhâriyi, Müslimi tenkit kim, siz kim? Fuzulinin de dediği gibi;

“Kemâl-ı cehl ile davayı irfan eylemek olmaz”.

Hazretin değerli Rus alimi W. Bartholdun, “Moğol İstilâsına Kadar Türkistan” adındaki eseri ile ilgili beyanları da kargaları güldürecek kadar ilim ahlâkı ve mantığından uzaktır. İşin gerçeği Tarih ve Toplumda (sayı 98) M. Bayramın temas ettiği doğrultuda olduğunu artık Mısırda ki sağır sultanlar bile konuşmaktadırlar. Hazretin kıymetli arkadaşı varmış da, beraber ikisi tercüme etmişler de, arkadaşı her nedense isminin yazılmamasını istemiş de, o da kendi adını “Hazırlayan” olarak koymuş da vs. vs. Bunlar insanın midesini kazıyıp gelen istifra nevinden müstekreh beyanlardır. Duyanı da okuyanı da tiksindirmektedir. Sn. Yıldız, Ziya Paşanın dediği gibi;

“Sen âlemi kör herkesi sersem mi sanırsın…”

Böylesine ciddi ve ilim âleminin yakından tanıdığı eserleri tercüme edenlerin isminin elbette yazılması her şeyden önce, ilmi bir zarurettir. İlim ahlâkı ve vicdanının da gereği budur. Aksi takdirde tercüme edenin bu işin ehli olup olmadığını nasıl bileceğiz, günahını sevabını kime yükleyeceğiz. B. Lewisin yüz sayfalık bir cep kitabını güya tercüme edip boy boy adınızı yazacaksınız. Bartholdun eserine gelince büyük bir tevazu gösterip adınızı yazmayacaksınız. Bunun adı çifte standart ve hele hele ilmi münafıklık değildir (!) Hem sizin Bartholdun eserini tercüme edecek kadar İngilizcenizin olup olmadığını Tarih kitabı yazdığınız Lise Öğrencileri dahi münakaşa etmektedirler. Evet Sn. H.D. Yıldız, M. Bayrama kan kusturduğu, doçentliğini engellemek için sürüm sürüm süründürdüğü gibi, bana da kan kusturmak istemiştir. Bundan asıl maksadı Onun bu sahalarda kendinden başka kimseyi görmeme hırsı ve buna karşı sabır ve tahammülsüzlüğüdür.

Gerçekte Yıldız; Ortaçağ Türk tarihine, Türk kültürüne hizmet etmek isteyenlerden büyük ölçüde rahatsızlık duymakta ve mümkün olsa onları bir kaşık suda boğmak istemektedir. Üstelik Türkü ve Türk milliyetçiliğini sever gibi görünen, milli ve dini çevrelerce itibar edilen, şuna buna Türkçülük dersi vermeye kalkışan bu adamın, para karşılığında yavan bir üslupla ansiklopedilere yazdığı bazı maddelerin dışında, Türkü, Türk kültür ve medeniyetini, Türkün on asırlık İslâmi şahsiyetini, imrenilecek bir üslupla severek yazdığı iki satırlık bir yazısı bile yoktur. Gerçekte O, bunu yapanların amansız, ama sinsi bir düşmanıdır. “Doğuştan Günümüze İslâm Tarihi” adındaki derme çatma ve hiç bir ilmi kıymeti olmayan şunun bunun eserinden yalan yanlış tercümelerle aktarılan 14 ciltlik hantal kitaplar yükü de, bir göz boyamadan başka bir şey değildir. Tarih ve Toplum Dergisi bize sayfalarını açarsa bu eser hakkında da yazılacak bir çok şeyler vardır.

İşte onun; bana olan kin ve gayzı, düşmanlığa kadar varan aşırı hareketleri, benim Türk tarih ve kültürünün hizmetinde, hem de iddiasız bir nefer olmamdan ve bir birinden farklı bir çok kitaplar yazmamdan ileri gelmektedir. “Orta Asyada İslâmiyetin Yayılışı ve Türkler” adındaki ciddi çalışmam hakkında kendisinin de sanki iftihar edercesine söylediği gibi, hiç bir geçerli sebep göstermeden sudan bahanelerle “basılamaz!” diye rapor vermiştir. Oysa o kitabıma, dünya çapında bir ilim adamı olan Prof. Dr. M. Hamidullah dört sayfalık takdir, takriz yazısı yazdığı gibi, Prof. Dr. F. Sümerde layık olmadığımız iltifatları ile bizleri tebrik etmiştir. Bu eserin yakında IV. baskısı yapılacaktır.

O bununla da yetinmemiştir. Şağap Hâtun adında ve Abbasî hilafetini 25 sene idare etmiş faziletli bir Türk anası ve kadın hakları savunucusu hakkında, bin bir emek mahsulü olan orijinal araştırmamı sebepsiz yere, uzun süreler bekletmiş, müspet ya da menfi bir rapor yazmamış ve bizim bu çalışmamızın da heder olup gitmesini istemiştir. Uluslararası M. Türk Tarih Kongresine sunduğumuz “Abbasî Hilafetinde Şahsiyetli Türk Hatunları” adındaki orijinal tebliğimizi de engellemiştir. Belletene gönderdiğim orijinal araştırmalarıma sıra gelmedi bahanesiyle asli üyesi olduğu Tarih Kurumunda yedi senedir bekletilmektedir. Bu zebunkeş olaylar, ilim ahlakına yakışmayan kepazelikler, bizleri bütün çırpınmalarımıza rağmen kahretmektedir. Gel gör ki Üstad; malum yazısında maşeri vicdanı sızlatan bu olayları basit bir “kuyruk acısı” olarak nitelemekte ve nerede ise bize yaptığı zülumleri ile iftihar edercesine sayıp dökmektedir. Her halde şair boşuna söylememiştir;

“Şecaat arzederken merd-i kıpti sirkatin söyler.”

Evet; Bir tek gayesi olan, o da Türk tarih ve kültürüne her hâlükârda hizmeti en kutsi bir görev bilen bir ilim adamını, ilmin mafyalığını yapanlara böyle acımasızca muhtaç eden baht utansın. Ne yapalım biz de feryat ediyoruz.

“Gâh olur devran bize mihri vefalar gösterir,

Gâh döner her lütfuna yüz bin cefalar gösterir.”

Biz bu yazımızda Üstadın bütün bu hezeyanlarına saçma sapan görüşlerine cevap vermeye kalkışacak olursak Tarih ve Toplumun altın renkli sayfaları bize herhalde az gelecektir. Mamafih bu konuya bir son vermeden önce okuyucuların müsamahasına sığınarak bir iki cümle daha ilave etmek istiyoruz. şöyle ki; Biz, çok Sn. Prof. Dr. H.D. Yıldızın muhtevasını artık herkesçe bilinen o, el-malûm “İslâmiyet ve Türkler” adındaki eserinde başka hiç bir orijinal, kendine özgü eseri olmadığını söylemiştik. Meğer Üstad T.D.V. nin yayınladığı İslâm Ansiklopedisine (para karşılığı) ne kadar maddeler yazmış, Anadolu Uygarlıkları kitabında yüzün üzerinde sıradan makaleleri yayınlanmış ta bizim hiç haberimiz olmamış. Bütün bunlar için kendisinden özür dilemekteyiz. Ancak biz; onun, bunların dışında ve yüz binlere hitap eden gerçekten de ciddi bir kitabının olduğunu daha öğrendik. Hatta bu kitabı on bin, belki yüz binlerce basılıyor ve para musluğundan şakır şakır da TLleri akıyor. O da; Lise II. sınıflar için Tarih, İmza; Prof. Dr. H.D. Yıldız. Ziya Paşanın ruhu şâd olsun ne de güzel söylemiştir;

“Ayinesi işdir kişinin lâfa bakılmaz

Kişinin görünür rütbe-i ilmi eserinde”.

Sırça köşkte oturanlara, herkese tepeden bakan ilim mafyalarına, son bir kere daha sesleniyoruz! Ne olur; başkalarına olur olmadık yerlerde taş atmayınız. Yoksa üzerinize inen balyozlarla, kâse-i fağfurlarınız kırılacak, o güzel dünyalarınız kararacak, zaten sarsılmış olan itibarınız hepten yok olacak ve tatlı hayalleriniz kap-kara bir kâbus gibi omuzlarınızın üstüne çökecek, vicdan azaplarınız sizleri bir bir tüketip gidecektir.

 

(*) Tarih ve Toplum, sy. 104. s. 117-120.

(**) Selman Rüştü, “Şeytan Ayetleri” kitabının İran asıllı yazarıdır.

(1) Şeşen, R., İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler, s.6, Ankara, 1985.

(2) Kitapçı, Z., Hz. Peygamberin Hadislerinde Türk Varlığı, s.46 vd., İstanbul, 1989.

(3) Geniş bilgi için bakınız, Kitapçı, Z., a.g.e., s.46 vd.

 


Bu makale, yayınlandığı günden itibaren 4185 defa okunmuştur.

Son Makaleler

ANSİKLOPEDİ VE KİTAP Zekeriya Kitapcı

Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI, Osmanlıların Orta Afrika Politikası Askeri, Ticâri ve Siyasi İlişkiler, Osmanlı Ansiklopedisi Cilt I, Yeni Türkiye Yayınları [s.411]. Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI, Türklerin Müslüman Oluşu, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara (http://turkoloji.cu...

Gazete Yazıları Zekeriya Kitapcı

Zekeriya KİTAPÇI, Afrikada İslamiyet, Tercüman Gazetesi, 23 Ağustos 1978. Zekeriya KİTAPÇI, Afrikada Misyoner Faaliyetleri ve İslamiyet, Bayrak Gazetesi, 1 Ocak 1985. Zekeriya KİTAPÇI, Nijeryada İslâmiyet ve Hıristiyanlık Mücadelesi, Türkiye Gazetesi, 02-03-04-05-06-07-08.01.1985 tarihli ...